İrem Kabataş
Barikatla eylemciler arasında sıkıştığım anda, her şey kontrolden çıktı. Basın kartım olmadığı için beni eylemci zanneden polisler, ters kelepçeyle gözaltına aldı. Üstelik yasal bir hak olan protestoyı gerçekleştiren eylemcilerden olsaydım bile böyle bir gözaltı gerçekleşmemeliydi. Ne gazeteci olduğum dinlendi, ne de işimi yapmaya çalıştığım anlaşıldı. Sıradan bir prosedür olarak ilk önce Hamidiye Etfal Hastanesi’ne götürüldük, ancak doktor yüzü görmeden “Herkes iyi” denilerek hastane işlemleri geçiştirildi.
Ardından Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Orada saatlerce sorgu sırası bekledik. Tüm gözaltılar toplanmadan işlemlerimize başlanmayacağını söylediler. Soğuk, bekleyiş ve belirsizlik içinde geçen saatlerin ardından sorgu odasına alındım. Polis ifademi alırken yalnızca eyleme katılma amacımı değil, basın kartımın neden olmadığını da sorguladı. Sanki gazeteci olmam için illa bir belgeye ihtiyacım varmış gibi, işimi yapma çabam bir suçmuş gibi davranıldı.
En sonunda Bağcılar Devlet Hastanesi’ne götürülerek serbest bırakıldık. O an, fiziksel kelepçeler çözülse de üzerimdeki duygusal yükün çok daha ağır olduğunu fark ettim. Bir gazeteci olarak işimi yapmak, sesleri duyurmak için oradaydım. Ancak bu ülkede, basın özgürlüğünün bedelinin ne kadar ağır olduğunu bir kez daha yaşadım.
Bu süreçte en acı verici olan şey, yanımda olduğunu sandıklarımın sessizliği ve yalnız bırakılmamdı. Her zaman dayanışma içinde olacağımızı düşündüğüm kişiler, gözaltına alındığımda ne bir destek mesajı attı ne de varlıklarını hissettirdi. Oysa onlarla aynı mücadelede omuz omuza olduğumu sanıyordum. Ancak bugün, o yalnızlık hissimin içinde şunu gördüm: Kadın kadının yurdudur.
Bu yazıyı yazarken hâlâ üzerimde yorgunluk ve tükenmişlik var. Ama asla pes etmeyeceğim. Çünkü bizler, kadınların ve tüm ezilenlerin sesi olmaya devam etmek zorundayız. Mücadeleye her şeye rağmen devam edeceğim.