Eren ATEŞ
Türkiye’deki mevcut iktidar, insan haklarını savunmayı bir kenara bırakmakla kalmamış, aksine, bu hakları ihlal etmek için çeşitli baskıcı politikalar uygulamaktadır! Bu yazım, özellikle iktidarın tutumuna yönelik sert bir eleştiri olarak, günün anlamını vurgularken ayrıca Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin derinliğini gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır.
İktidarın Demokrasiye ve Haklara Karşı Saldırıları
Son yıllarda, Türkiye'deki iktidarın uyguladığı politikalar, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine ciddi şekilde zarar vermektedir. İktidar, kendisine karşı olan her türlü eleştiriyi bastırmaya, muhalefeti sindirmeye ve halkın demokratik haklarını kısıtlamaya çalışıyor. Bu yaklaşım, basın özgürlüğünden ifade özgürlüğüne kadar geniş bir yelpazeyi etkiliyor. Gazetecilerin tutuklanması, medya organlarının iktidar kontrolüne girmesi/girmek zorunda kalması ve muhalif seslerin susturulması, hükümetin demokrasiyi ne kadar tehlikeye attığını bizlere gösteriyor. Bu, halkın gerçek bilgiye ulaşma hakkını çiğneyen bir uygulamadır ve yalnızca iktidarın kontrolündeki bir medya imparatorluğu yaratmayı amaçlamaktadır.
İktidarın, toplumsal hareketlere karşı takındığı tavır, demokrasiye olan saygısının ne kadar zayıf olduğunu gözlerimizin önüne seriyor. ’’Gezi Parkı’’, bu konuda önemli bir dönüm noktasıydı. O günden bugüne, barışçıl protestolar bile polis müdahalesi ve tutuklamalarla bastırılmakta! İktidar, halkın sokaklara çıkarak sesini duyurmasını bir tehdit olarak görüyor ve bunu ’’şiddetle’’ bastırıyor. Bu durum, halkın kendi haklarını savunma hakkının elinden alındığını ve devletin, kendi egemenliğini halkın özgür iradesinin önüne koyduğunu gösteriyor. Toplumun tüm kesimlerinin özgürce düşüncelerini ifade etme hakkı, iktidar tarafından bir tehlike olarak algılanıyor ve buna karşı her türlü baskı aracı devreye sokuluyor.
Gerici Adımlara Doymayan İktidar
Kadın hakları konusunda da iktidarın tutumu, kadınların toplumsal hayatta eşit haklara sahip olmalarını engelleyen bir yaklaşımı yansıtıyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, hakların koruma noktasında atılmış geri bir adımdı! Oysa ki, İstanbul Sözleşmesi, şiddet mağdurları için bir koruma mekanizmasıydı ve ondan çekilmek, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körükleyen bir adım oldu. Kadın cinayetlerinin arttığı, şiddet ve ayrımcılığın yaygınlaştığı bir dönemde devletin bu sözleşmeden çekilmesi, kadınların güvenliğini tehdit etmekten başka bir anlama gelmedi! Bu karar, iktidarın toplumsal eşitlik ve adalet adına hiçbir adım atmadığını, aksine gerici bir tutumu benimsediğini açıkça gösteriyor!
Ayrımcılık: Devletin Hobisi
LGBTI+ bireyleri ise, Türkiye’de hâlâ büyük bir ayrımcılığa ve şiddete maruz kalmaktadır. İktidar, LGBTI+ haklarını savunmak bir yana, hedef gösteren söylemlerini kürsülerde, alanlarda, medyalarda dillerine pelesenk etmiş bunları geliştirmekte ve ayrımcılığı körüklemektedir. LGBTI+ bireylerinin eşitlik ve özgürlük talepleri, iktidarın muhafazakâr
duruşuyla çelişiyor ve bu bireylerin hakları görmezden geliniyor. Hükümetin, LGBTI+ hakları konusunda atacağı adımlar, genellikle toplumda nefret söylemleri ve ayrımcılığı artırıyor! Bu durum, hükümetin toplumsal cinsiyet eşitliğini ve tüm bireylerin eşit haklara sahip olmasını sağlamaktan uzak olduğunu açıkça gösteriyor!
Baskılara Karşı Mücadele
Bugün, 10 Aralık’ta, insan hakları ihlallerini kınarken, Türkiye'deki mevcut iktidarın insan hakları, demokrasi ve adalet anlayışına yönelik sert eleştirilerde bulunmak gerekiyor. İktidarın, her türlü özgürlüğü baskı altına alarak halkı sindirmeye çalışması, sadece hükümetin geleceğini değil, tüm toplumun geleceğini tehdit etmektedir!
Türkiye’nin insan hakları mücadelesi, yalnızca siyasi muhalefetin değil, tüm halkın ortak mücadelesi olmalıdır. Bu mücadele, Türkiye’de hak ve özgürlüklerin yeniden inşa edilmesi, adaletin sağlanması ve toplumun özgürleşmesi için bir fırsat olmalıdır. Ancak bu şekilde Türkiye gerçekten insan hakları evrensel değerlerine sahip çıkabilir ve özgür, eşit bir toplum oluşturulabilir.
İnsan Hakları Günü kesinlikle bir kutlama değil, bir hatırlatmadır; her bireyin eşit haklara sahip olduğu, özgürce yaşama hakkının savunulması gerektiği bir gün olarak, tüm dünyada ve Türkiye’de gerçek anlamıyla bir fark yaratmak için bir fırsat sunmaktadır. Bu önemli gün, geçmişteki ihlallerin kınanması değil, aynı zamanda gelecekteki hak ihlallerine karşı ortak bir mücadele çağrısıdır! İnsan hakları savunucularının, toplumların ve devletlerin, hak ve özgürlüklerin korunması için daha fazla sorumluluk taşıması gerektiğini unutmamalıyız. Bugün, tüm insanlık için daha adil, eşit ve özgür bir dünya yaratmak adına bir adım atmanın önemini hatırlatmak bir sorumluluktur.
İnsan haklarının savunulması için hayatını adayan, özgürlüğün ve eşitliğin yolunda mücadele eden tüm bireylere ithaf ederek; geçmişin ihlallerinden ders alarak, daha adil ve eşit bir dünya inşası için sesini çıkaran, yükselten herkesin mücadelesine…