YAZARLAR

Tümü

Sednaya’dan Diyarbakır’a: Baskıcı Devletlerin İnsan Mezbahası

(3 Ay, 3 Gün önce)
Esad rejimi devrildikten sonra yüzleşebildiğimiz bir insanlık dramından bahsetmek istiyorum. Sednaya Hapishanesi… Sadece bir hapishane mi? Hayır, kanla yazılmış bir tarihin, susturulmuş çığlıkların ve insanlık onurunun ayaklar altına alındığı bir mezar taşı. Kaç kişinin canı o beton duvarların arasında alındı? Kaç kişinin cesedi buhar olup havaya karıştı da biz fark etmeden ciğerlerimizden içeri sızdı? Ve geride kimler kaldı? Bir ölüm belgesine bile ulaşması çok görülen aileler mi? Sednaya, bir rejimin en acımasız yüzüyle tarihe kazındı. Şunu biliyoruz ki zulmün dili değişse de yöntemi hep aynıdır.

Arjin BOTAN

 

İşte bu yüzden durup bir düşünmeliyiz, Sednaya’yı konuşurken gözümüzü bu topraklardan çevirebilir miyiz? Gözümüzün önünde olanlardan sadece birkaç dramı hatırlatmak istiyorum. Diyarbakır Cezaevi, Van’da helikopterden atılan insanlar, Galatasaray Meydanı’nda oturan Cumartesi Anneleri… Tüm bu örnekler, Sednaya’nın bizim ne kadar yakınımızda olduğunu gösteriyor çünkü zulüm evrenseldir ve baskıcı devletlerin kan damlayan elleri hiçbir zaman masum değildir. Bugün Sednaya, yalnızca Suriye’nin utancı değil; Türkiye’nin de geçmişine ve bugününe tuttuğu bir aynadır ve o aynada gördüklerimiz midemizi bulandırmalı.

 

Sednaya’nın kaybolan mahkumlarının aileleri var. Anneler, babalar, kardeşler… Onlar, Galatasaray Meydanı’nda oturan Cumartesi Anneleri’nin Suriye’deki karşılıklarıdır. Çocuklarının akıbetini öğrenmek için hükümete seslenen ama katı ve soğuk duvarlara çarpan insanlar… 1995’ten bu yana Cumartesi Anneleri, “Çocuğum nerede?” diye sormaktan vazgeçmedi. Sednaya’daki kayıpların anneleri de öyle. Zaten Suriye’de sorular öldürülür. Türkiye’de ise cevaplar kaybedilir… 2018’de 700. hafta buluşmasında Galatasaray Meydanı polis barikatlarıyla çevrildiğinde ne gördük? Devletin korkusunu. Çünkü Cumartesi Anneleri’nin elindeki siyah beyaz fotoğraflar, sadece kayıpların değil, devletin geçmişte işlediği suçların birer kanıtıydı. Devletin bu çığlığı bastırma çabası, onların sesini daha da gürleştirmekten başka bir şey olmadı.

 

Bugün Suriye’nin Sednaya’sında “kaybolan” insanların çığlıkları, 1980’lerde Diyarbakır Cezaevi’nin taş duvarlarında yankılanmadı mı? 12 Eylül darbesi sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde sistematik işkenceye maruz kalan gençleri hatırlayalım. Sadece Kürt oldukları için, devletin gözünde bir tehdit oldukları için, kimlikleri için… O gençler de Sednaya’daki mahkumlar gibi işkence gördü, öldü, kaybedildi. Tabii yeri gelmişken Diyarbakır Cezaevi’ni müzeye çevirmeyi önerenlere de soruyorum: Bu cezaevinin her bir duvarı bir mezar taşı, her bir taşı bir çığlık değil miydi? Zulmün tarihini duvarlara yazınca o zulüm affedilebilir mi? Neyi sergileyeceksiniz katilliğinizi mi?

 

Osman Şiban ve Servet Turgut’un hikayesine gelecek olursak, Türkiye’de devlet zulmünün ne denli ileri gidebileceğinin bir örneğine daha rastlarız. 2020 yılında Van’ın Çatak ilçesinde helikopterden atıldılar. Doğru okudunuz 2020 yılında devlet bir insanı, Servet Turgut’u helikopterden atarak öldürdü. Sednaya’da kaybolan mahkumlar nasıl öldüyse, Van’da da aynı zulmün eli iş başındaydı. Devletler, farklı eldivenlerle aynı suçları işliyordu. Van’da yaşanan bu olay, baskıcı bir rejimin fiziksel sınırlarını nasıl aştığını ve Sednaya’nın işkence odalarının yalnızca bir yerde değil her yerde olduğunun kanıtı.

 

Sednaya, Diyarbakır, Galatasaray, Çatak… Zulüm her yerde aynı. İşkence, yargısız infazlar, kayıplar, bastırılmış çığlıklar… Baskıcı devletlerin ortak dili tam da budur. Sednaya’nın krematoryumları ile Van’ın dağları arasında bir fark yok. Diyarbakır Cezaevi’nin işkence odaları ile Galatasaray Meydanı’ndaki coplu müdahaleler aynı amaca hizmet ediyor: İnsanı yok etmek.

 

Her şeye rağmen biz dimdik ayaktayız. Sednaya’da susturulanların sesini Diyarbakır Cezaevi’nde yankılanan çığlıklarla birleştiriyoruz. Cumartesi Anneleri’nin 'Çocuğum nerede?' haykırışı, bizim vicdanımızın bir parçasıdır ve bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz.

 

Unutmayacağız, Susmayacağız, Hesap Soracağız!

 

Bu yazıyı yazma amacım, Sednaya’nın, Diyarbakır’ın, Van’ın ve Cumartesi Annelerinin çığlığını unutturmamak. Baskıcı devletlerin işlediği suçların üzerini örtmeye çalışabilirsiniz, ama o suçların izi asla silinmez ve illa ki ortaya çıkar. Tarihin bize öğrettiği bir şey var: Hiçbir baskıcı rejim sonsuza dek varlığını sürdüremez. Esad rejimi çöktüğünde Sednaya’nın kapıları açıldı ve o kapıların ardındaki insanlık suçları dünyaya sergilendi. Tıpkı Nazi Almanyası’nda olduğu gibi, zulmün her detayı gün yüzüne çıkacak. Ve bugün Türkiye’deki hükümet, aynı akıbeti yaşamaktan kaçamayacağını bilmeli. Zulmü, yalanları ve baskıyı sistematik hale getiren hiçbir düzen ayakta kalamaz. Gerçeğin nefesini her gece ensenizde hissetmekten kaçamayacaksınız.

 

Bir gün bu hükümetin de işlediği suçlar belgelerle, tanıklarla, çığlıklarla ortaya dökülecek. Bu toprakların zulümle yoğrulmuş düzeni de Esad rejimi gibi tarihin çöplüğüne gömülecek. Unutmayacağız, susmayacağız, sizlerden hesap soracağız!


İSTANBUL
EURO
39.7179
DOLAR
36.5387
ARŞİV