GÜNDEM

Tümü

"Reşit Kibar'ın anısına, mücadele verdiği Cankurtaran bölgesini 'Reşit Kibar Kent Ormanı' olarak ilan edeceğiz."

(4 Ay, 24 Gün önce)
Dursun Ali Koyuncu ile Reşit Kibar'ın Anısına Verilen Mücadeleyi Konuştuk: Artvin’in Borçka ilçesine bağlı Cankurtaran bölgesinde yapılmak istenen sözde mesire alanına (aslında maden ruhsatlarına hizmet eden bir proje olarak) karşı mücadele ederken katledilen Reşit Kibar için kentte eylemler sürüyor. Kibar’ın anısını yaşatmak ve mücadeleye devam etmek için bir araya gelen halk, hem doğayı hem de adaleti savunuyor. Bu süreçte yaptığı konuşmalar nedeniyle gözaltına alınan ve ardından tutuklanan köy sakini ve Artvin Halkevi Yöneticisi Dursun Ali Koyuncu, gazetemize verdiği röportajda Cankurtaran direnişini, Reşit Kibar’ı ve kendi yaşadığı adaletsiz süreci anlattı.

İrem KABATAŞ

 

Reşit Kibar sizin için ne ifade ediyordu? Mücadelede birbirinize nasıl bir katkı sağlıyordunuz?

 

"Reşit Kibar bizim en güçlü destekçimiz ve mücadele yoldaşıydı. Onunla birlikte mücadele etmek, biz gençlere moral ve motivasyon sağlıyordu. Reşit Abi, mücadelemizin her aşamasında yanımızdaydı.Taş ocağına ve maden projelerine karşı verdiğimiz savaşta, kendisi hem maddi hem manevi anlamda destek verirdi. İşi nedeniyle zaman zaman uzak kalıyordu. Yurtdışında çalışıyor olsa da bulunduğu yerden bizimle irtibata geçer, çözüm üretmeye çalışırdı. Moralimiz bozulduğunda, kendimizi yalnız hissettiğimizde hep bizi motive ederdi Özellikle köyün ikiye bölünmeye başladığı zamanlarda Reşit Abi’nin varlığı, birleştirici bir rol oynardı. Bu mücadelede onun yeri doldurulamaz; bir abi olarak bizim üzerimizde çok büyük bir etkisi vardı."

 

Artvin ve Karadeniz’deki doğa mücadelesi, bölge halkı için neden bu kadar hayati? Sizce projeye karşı duruşun en güçlü motivasyonu neydi?

 

"Bölge halkı için bizim için en güçlü motivasyon, yaşadığımız yerin doğal güzelliklerini koruma isteğidir. Artvin’in ve Karadeniz’in bu benzersiz doğal yapısı hem kültürel hem de yaşam alanı olarak halk için hayati önem taşıyor. Cankurtaran mevkii gibi bölgeler sadece birer yerleşim alanı değil, aynı zamanda gelecek nesillere bırakılacak birer miras. İnsanlar bu doğal güzellikleri kaybettiklerinde, yaşam kalitelerinin ve hatta bölgeye olan bağlıklarının da yok olacağını biliyorlar. Bizim karşımıza turizm adı altında getirilen projenin aslında maden ruhsatlarına hizmet ettiğini ve bölgeyi yok edeceğini fark ettiğimizde, bu mücadele daha da hayati bir hale geldi. Çocuklarımızın ve gelecek nesillerin de bu güzellikleri yaşamasını istiyoruz. Bu motivasyon bizi daha da birleştiriyor."

 

Reşit Kibar'ın öldürülmesine giden süreçte, bölgedeki atmosfer nasıldı? Saldırının gerçekleştiği gün neler yaşandı?

 

"‘Turizme karşı çıkıyorlar, her şeye karşılar’ gibi manipülasyonlarla mücadele ediyorduk. Köyde, şehir merkezlerinde toplantılar düzenledik, halkı bilgilendirdik ve Hopa Belediyesi  festival kapsamında Cankurtaran'da etkinlik gerçekleştirdi. Zamanla köylülerin desteğini kazandık. Bu çalışmalar, şirketin bölgeye aylarca gelememesini sağladı. Ancak siyasi baskılar artıyordu. AKP Artvin Milletvekili Faruk Çelik’in projeyi desteklediği ve talimat verdiği bilgisi ulaştı. Tüm bunlara rağmen nöbet hazırlıklarımızı sürdürüyor, nöbet yerini hazırlıyorduk. Şirket, köylüleri birbirine düşürmek için kendi köyümüzden insanları bile işe almıştı. Herkese yüksek kar teklifinde bulunuyor, destek toplamaya çalışıyorlardı.Olay günü, şirketin iş makineleri geldiğinde apar topar organize olduk. Jandarma yoktu ve bölge tamamen savunmasızdı. Reşit Abi, şirket çalışanlarının komşuları ve arkadaşları olması nedeniyle ön plana geçti ve ‘Siz geri durun, ben onları sakinleştiririm’ dedi. Ancak olay, hiç beklemediğimiz şekilde silahlı saldırıya dönüştü. Reşit Abi, katil Muhammet Ustabaş'ı durdurmaya çalışırken hayatını kaybetti. Bu olay köyü ikiye böldü; insanlar arasında husumet oluştu. Bir yandan dayanışma büyürken, diğer yandan acı ve kayıplar arttı. Reşit Kibar’ın kaybı halkı birleştirdi ama derin yaralar bıraktı. Yaşam nöbetleri ve halkın dayanışması, mücadeleye devam etmemizi sağladı. Ancak bu olay, rant uğruna insanların nasıl kumpaslara alet edilebileceğini bir kez daha gösterdi. Reşit Abi’nin cesareti ve fedakarlığı, bu mücadelenin onurlu bir sembolü olarak kalacak."

 

Olaydan sonra sizin tutuklanmanıza sebep olarak gösterilen gerekçe neydi? Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçlamasıyla karşı karşıya kaldım. Bu suçlamanın nedeni, faillerin ve olayın sorumlularının isimlerini tek tek açıklamam oldu. Faruk Çelik, Borçka Ticaret Odası Başkanı Eşref Merttürk, Bünyamin Merttürk, Hopa Ticaret Odası’ndan Reşit Merttürk gibi isimleri hastane önünde konuşurken söyledim. O konuşmam sırasında ‘Kaymakam önlem almadı, sorumludur. Bunlar katildir,’ dedim. Elbette tetiği çekenler bunlar değil ama önlem almadıkları için sorumlular.Bu açıklamalar nedeniyle hakkımda ‘görevli memura hakaret’ ve ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ suçlamalarıyla dava açıldı. Hatta orman işletme müdürlüğü önünde yere ‘katiller’ ve ‘hesap vereceksiniz’ yazdığım için, kamu malına zarar verdiğim iddiasıyla da suçlandım. Asıl amaç, olayın sorumlularına dair verdiğim beyanlar nedeniyle beni susturmaktı. Henüz acım tazeyken, hukuksuz bir şekilde gece yarısı gözaltına alındım. Cenaze evinden alınmam için bile emir verildiği söyleniyor.Savcının ortamı bilerek gerdiğine dair ciddi emareler var. Görevden almalar oldu ancak bunlar yeterli değil. Şimdilik toplumsal baskı ve ailemin psikolojik durumu nedeniyle sessiz kalıyorum. Ancak mahkeme öncesi ve sonrasında bu beyanlarımı detaylı bir şekilde açıklayacağım. Reşit Abi’yi katledenler yalnızca tetiği çekenler değildir; azmettirenler, susanlar ve bu katliama ortak olan herkes vicdanen sorumludur. Bugün susmak, bu cinayete ortak olmaktır. Asla geri adım atmayacağız. Reşit Abi’nin mücadelesi ve bu halkın direnişi, adaletin peşinden gitmemizi gerektiriyor."

 

Peki bu direniş nasıl başladı?

 

“Mücadelemiz taş ocaklarına karşı başladı. Köyümüzde üç taş ocağı yapılacaktı. Bunlardan ikisini İçkale İnşaat adıyla Bünyamin ve Reşit Merttürk kardeşler, diğerini ise Gençlik İnşaat adıyla Eşref Mertürk yapmak istiyordu. Hepsi akraba; Bünyamin ve Reşit kardeş, Eşref ise kuzenleri. Eşref Merttürk aynı zamanda Borçka Ticaret Odası Başkanı. Siyaset ve ticaretle bölgeyi şekillendiren kişilerden bahsediyoruz. Taş ocaklarına karşı davalar açtık, durdurduk. Eşref geri çekildi, ancak Bünyamin ve Reşit kardeşler vazgeçmedi. İki kardeş farklı partileri temsil ediyor. Bünyamin, AKP'de siyaset yapıyor, Reşit ise CHP'de Borçka İl Genel Meclis Üyesi. CHP’nin Reşit’i aday göstermemesi için çok uğraştık, ancak başarılı olamadık. Ayrıca Yunus Mertürk, arkalarındaki sermaye desteğiyle devreye girdi. Orman Bölge Müdürlüğü üzerinden bir turizm projesi hazırlatıp ihaleye çıkardılar. Biz bu duruma da karşı çıktık, ancak ihaleyi kazandılar. Turizm adı altında asıl hedefleri maden faaliyetiydi. 170 dönümlük alanı mesire alanı göstermek istediler. Amaç, bu alanı orman vasfından çıkararak ağaçları kesmek ve ardından madene dönüştürmekti. Köylüyü bu plana ortak etmeye çalıştılar, başarılı olamayınca farklı yollara başvurdular. Mücadelemiz hem yerel baronlarla hem de onların siyasi ve ticari güçleriyle oldu.  Yunus Mertürk’ün siyasi ve ticari gücü her ne kadar Kocaeli merkezli faaliyet yapsalar da, yerelde etkiliydi. Köyümüzdeki üç taş ocağını durdurmayı başardık. Ancak "turizm" adı altında yapılan çalışmalar ve maden planlarını boşa çıkarmak için ağır bedel ödedik. Şitket Reşit Kibar’dan sonra geri adım attı. Amacımız bu projeleri engelleyerek doğal dokuyu ve köyün yaşam alanlarını korumaktı. Hem Reşit ‘e adalet hemde yaşam alanlarımızı korumak için Mücadeleye devam ediyoruz.”

 

Cezaevinde açlık grevi sürecinde ne hissettiniz? Bu süreci atlatırken size en çok güç veren şey neydi?

 

"Tutuklandığımda henüz Reşit Kibar’ı defnedeli 2 gün olmuştu.Acımı yaşamama izin verilmedi, bu da bende büyük bir öfke yarattı. Açlık grevine başlama nedenim, savcının tutukluluğumu bilinçli olarak uzatmasıydı. Savcı iddianame hazırlamıyor ve her itirazımıza ret kararı veriliyordu. Eli kolu bağlı bir şekilde oturmak istemiyordum  Tepki olarak içeride bir şeyler yapmam gerektiğini hissettim. Açlık greviyle savcının hukuksuzluğunu teşhir etmek ve adalet talebimi duyurmak istedim. Altı gün süren grevim sırasında ailemin haberi geç duyuruldu çünkü beni caydırmaya çalışacaklarını biliyordum. Savcının iddianameyi hazırlamaya dair beyanı ile açlık grevini sonlandırdım. Amacım savcının keyfi bir şekilde tutukluluğumu uzatması, adaletsizliği teşhir etmek ve sesimi duyurmaktı.

 

Artvin ve Kars Cezaevlerinde toplam 86 gün boyunca tutulduğunuz bu dönemde dışarıdaki desteği hissettiniz mi?

 

"Nasıl ki talimatla Artvin’e kaçırıldıysam yine benzer bir talimatla Kars’a gönderildim. Dışarda verilen desteği kesinlikle hissettim. Ülkenin dört bir yanından gelen destek mesajları, mektuplar ve dayanışma etkinlikleri beni hem gururlandırdı hem de moralimi yüksek tuttu. Ancak, Kars’a sürgün edilmek ailem ve dostlarımla iletişimi zorlaştırdı. Yine de, cezaevine gönderilen dayanışma mesajları bana yalnız olmadığımı hatırlattı. Cankurtaran'da katilin yarım bıraktığı işi savcılık tamamlamaya çalışıyordu. Beni hedef gösterenler, 79 yaşında annemi bile cezalandırmak istiyordu. Beni ziyaret etmek isteyenleri Kars’a kadar yordular. Ailem için zor bir durum oldu. Onların psikolojisini bana da hissettirmeye çalıştılar ama aileme üzgün olduğumu asla belli etmedim. Öfkemle direndim. Kars'a ilk sürüldüğüm gün hayatımın en kötü gecesiydi. Hayatımda öyle bir soğukluğu yaşamamıştım. Ancak bir yoldaşımın ziyaretiyle yalnız olmadığımı hissettim. ‘Kars'ta da yalnız değilsin,’ dedim kendime."

 

Tahliye kararınız sizde nasıl bir etki yarattı? Bu kararı halkın mücadelesi ve dayanışması bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

"Tahliye kararını aldığımda tabii ki mutlu oldum. Özgürlük her zaman sevindirici bir şey. Ancak bu mutluluğun içinde derin bir hüzün de vardı çünkü henüz acımız tazeydi; toprağa düşen yiğidimiz, ağabeyimiz Reşit Kibar’ı kaybetmiştik. Kendime onun mezarı başında bir söz verdim: İçim kan ağlasa bile asla yıkılmayacaktım. Tahliye kararım, halkın mücadelesi ve dayanışmasının bir sonucuydu. İnsanlar yıllar sonra bir araya geldi. Türkiye’nin dört bir yanından, Kaz Dağları’ndan, Adana’dan, Ankara’dan, Antalya’dan ve hatta köyümden bile mektuplar aldım. Sekiz yaşındaki bir kardeşimizin destek mektubu ya da öğretmenlerin öğrencileriyle bana destek mesajları göndermesi, dayanışmanın gücünü hissettirdi. Dayanışma, sadece bir mücadele biçimi değil, aynı zamanda insanların birbirine umut verdiği bir bağdır. Bu süreçte, halkın desteğiyle gururlandım ve bu dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördüm."

 

Reşit Kibar'ın mücadelesini yaşatmak için bundan sonraki süreçte hangi adımları atmayı planlıyorsunuz?

 

"Reşit Kibar'ın anısına, mücadele verdiği Cankurtaran bölgesini ‘Reşit Kibar Kent Ormanı’ olarak ilan etti arkadaşlar. Bu alanın doğal yapısını koruyarak, bölge halkının nefes alabileceği bir yer olarak düzenleyeceğiz. Aynı zamanda hukuki mücadeleye devam ederek, Reşit Abinin katillerinin cezalandırılması için çalışacağız."

 

Halkın protestoları ve Reşit Kibar’ın anısına yapılan etkinlikler sizce nasıl bir etki yarattı? Bu tür eylemlerin mücadeledeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

"Reşit Kibar’ın anısına düzenlenen etkinlikler ve halkın protestoları, dayanışmayı ve mücadele ruhunu diri tuttu. İnsanlar, Reşit Kibar için, benim ve diğer tutuklular için yaşam nöbetleri tuttu, eylemler düzenledi. Bu etkinlikler, sadece birer protesto değildi; insanlar uzun yıllar sonra yeniden bir araya geldi. Bir dostum bana, ‘En son Cerattepe direnişinde böyle yan yana gelmiştik, yıllardır ilk kez tekrar bir araya geldik,’ dedi. Bu, dayanışmanın gücünü ve mücadeledeki önemini gösteriyor. Dayanışmalar sadece birer eylem değil, aynı zamanda mücadelede moral ve güç veren birer araçtır. İnsanlar bir araya gelip ortak bir hedefe yöneldiklerinde, hem kendi mücadelelerine hem de birbirlerine destek olurlar. Ancak bu süreçte ailelerimiz üzerinde psikolojik bir yük oluştu. Reşit Kibar’ın ailesinin acısını düşündüğümde, bu mücadeledeki kaybımızın ne kadar ağır olduğunu daha iyi anlıyorum. Hepimiz yaralansaydık ama Reşit Kibar yanımızda olsaydı, bu mücadele daha anlamlı olacaktı. Bu acıya rağmen, dayanışmanın ve mücadelenin halkımız için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördüm."

 

Son olarak, doğa mücadelesine katılmak isteyen gençlere ne söylemek istersiniz? Onlara bir mesajınız var mı?

 

"Doğa mücadelesi, sadece bir çevre koruma hareketi değil, aynı zamanda bir insanlık mücadelesidir. Yaşam alanlarımıza sahip çıkmak, geleceğimize sahip çıkmak anlamına gelir. Zenginlerin doğayı yok ederek servetlerine servet kattığı bu düzende, bizim başka bir yaşam alanımız yok. Bu yüzden, doğaya ve çevreye sahip çıkma mücadelesi bir onur mücadelesidir. Sadece gençler değil, insan olarak bu dayanışmanın parçası olun; birliğin ve direnişin gücünü hissedin. Unutmayın, bu mücadele hepimizin geleceğini kurtaracak.


İSTANBUL
EURO
41.4822
DOLAR
37.9300
ARŞİV