İrem Kabataş
AKP’nin 2002'de iktidara gelişiyle birlikte, muhafazakâr politikaların bireylerin yaşamları üzerindeki etkisi daha belirgin hale geldi. Alkol ve tütün ürünlerine yönelik düzenlemeler, bu müdahalelerin en somut örneklerini oluşturuyor.
Görünmezlik Politikaları
2003 yılında alkol ve tütün reklamlarının tamamen yasaklanması, halk sağlığını koruma amacıyla savunulsa da, toplumsal etkileri oldukça derin oldu:
Kültürel Dönüşüm: Alkolün toplumsal görünürlüğü azaldı ve kullanımı bir "suç" ya da "ayıp" olarak algılatılmaya başlandı. 2013’te yürürlüğe giren, saat 22:00’den sonra alkol satışını yasaklayan düzenleme, bu dönüşümü daha da hızlandırdı.
Ekonomik Rekabetin Azalması: Reklam yasakları, büyük markaların hâkimiyetini güçlendirdi ve küçük üreticilerin rekabet gücünü neredeyse tamamen yok etti.
Vergi Baskısı
Son 20 yılda alkol fiyatları, enflasyon oranlarını katlayarak arttı. Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) düzenlemeleri, alkolü düşük gelirli kesimler için erişilemez hale getirdi:
2010: KYK bursu 200 TL iken bir şişe bira 2,5 TL idi. Bir öğrenci bursuyla 80 şişe bira alabiliyordu.
2025: KYK bursu 3000 TL’ye çıktı ancak bir şişe bira 70 TL oldu. Aynı bursla yalnızca 40 şişe bira alınabiliyor.
Bu fiyat artışları, alkol gibi en ucuz tüketim ürünlerinden birini bile "ekonomik lüks" haline getirdi. Ekonomik baskılar, bireylerin özgür tercihlerini sınıfsal bir eşitsizlik meselesine dönüştürüyor. Bu arada, 'içki zaten zararlı' diye bağıran muhafazakâr siyasetçiler ise kendi odalarında viski yudumlayıp pudra şekerleriyle sefa sürmeye devam ediyor.
Sonuç: Bir Şişe Bira, Bir Yudum Özgürlük
Bugün bir şişe bira, yalnızca bir içki değil; bireysel özgürlüklerin sınırlandırılmasını, ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesini ve toplumsal kutuplaşmayı temsil eden bir sembol haline geliyor. Halk sağlığı bahanesiyle uygulanan bu politikalar, bireylerin yaşam tarzlarına müdahaleyi meşrulaştırıyor ve muhafazakâr ideolojik dönüşümü dayatıyor. Bu süreç, hükümetin asıl amacının ‘sağlık’ olmadığını, aksine sınıfsal ve ideolojik bir kontrol mekanizması kurmaya çalıştığını açıkça ortaya koyuyor.
Alkol fiyatlarındaki artışlar, düşük gelirli kesimlerin alkol tüketimini neredeyse imkânsız hale getiriyor. İşçi sınıfı ve yoksullar için, biraz olsun gündemden kaçmanın tek yolu artık kaçak içkiye yönelmek oluyor. Bunun sonucunda sahte alkol tüketimi yaygınlaşıyor, zehirlenmeler ve ölümler artıyor. Bu tablo, halk sağlığını koruma iddiasındaki politikaların aslında bireylerin yaşamını nasıl tehlikeye attığını gösteriyor.
Aynı zamanda bu politikalar, toplumu kutuplaştırmanın ve sınıfsal ayrımları keskinleştirmenin bir aracı haline geliyor. Alkol tüketenler ‘sorumsuz’ olarak damgalanırken, tüketmeyenler ‘erdemli’ olarak gösteriliyor. Bu, yalnızca bireysel tercihlere değil, toplumun kültürel ve sınıfsal dokusuna yönelik bir saldırıyı temsil ediyor.
Hükümetin bu ayrışmayı, ‘ufak’ yasaklar ve ekonomik baskılarla pekiştirdiği çok açık. Ancak bu politikalar, toplumu özgürlük ile baskı arasında sıkıştırıyor ve eşitlik mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. AKP’nin muhafazakâr çizgisi ise, bu dengesizliği daha da derinleştirmekten başka bir amaca hizmet etmiyor.