Tuma ÇELİK
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programına katılan Yasin Aktay, bilerek mi söyledi yoksa ağzından mı kaçırdı bilmiyorum ama önemli bir şey dile getirdi ve mealen şöyle dedi; “Sayın cumhurbaşkanı bir süre önce Beşar Esad ile görüşmek için önemli adımlar atmıştı. Ancak bu görüşme sağlanmadı. Eğer sağlansaydı bizim şu andaki durumumuz nice olurdu. Çünkü görüşme sağlansaydı hiçbirimiz karşı çıkmaz, hepimiz kendimizi bu duruma göre konumlandırırdık. Ama şu anda durum çok daha farklı”.
Yani Yasin Aktay’a göre eğer Beşar Esad düşmeseydi ve Türkiye ile görüşseydi şu anda durum çok daha farklı olurdu. Evet gerçekten de Türkiye ile Suriye -liderler düzeyinde- görüşseydi bugün çok daha farklı şeyleri konuşuyor olacaktık. Ve tabi buna bağlı olarak Türkiye’nin konumu ve durumu bugünkünden çok daha farklı olurdu.
Ben meseleye bu açıdan bakmak yerine başka bir açıdan bakmak istiyorum. Yani “görüşselerdi ne olurdu” diye tartışmayı bir kenara bırakıp, bence bugün Türkiye’nin aslında nerede olduğuna bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü günümüzde Türkiye’de yaşanan birçok gelişmenin kaynağına buradan gidebiliriz.
Her şeyden önce, Yasin Aktay’ın dile getirdiği şey aslında Türkiye’nin Suriye meselesini okumakta yetersiz kaldığını gösteriyor. Yani Türkiye ve dolayısıyla Cumhurbaşkanı, güçlü gibi görünen Esad ile ilişki kurulması gerektiği ve Siyaseti bu yönde devam ettirme isteğini ortaya koyuyor.
Eğer bu çıkarsama doğruysa o zaman demek ki Türkiye, Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) örgütü ile herhangi bir ilişki içerisinde bulunmuyor/du, Şam’a ilerleyişine ilişkin planlamanın içinde, kıyısında yer almıyordu. Dolayısıyla geleceğe ilişkin yani şu anda yaşananlara ilişkin herhangi bir öngörüsü yoktu. Tabi buna bağlı olarak da HTŞ’nin şu anda hangi planları hayata geçirmeye çalıştığı konusunda da herhangi bir öngörüsü yok.
Durum böyle olunca otomatik olarak akla şu sorular geliyor; O zaman şu anda Türkiye neden bu kadar samimi ve hızlı bir şekilde HTŞ ile her yere “fotoğraf” servis etmeye, Şam’a yerleşenler sanki “Türkiye’nin adamları” imiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ya da daha da ileri giderek “yangından mal kaçırır gibi” işbaşına gelen Suriye’nin geçici yönetimi ile anlaşmalar imzalamaya, ortak bazı adımlar atmaya çalışıyor?
Bu sorulara toplu bir cevap vermeden önce bir parantez; Türkiye’de kuruluşundan beri iktidara, AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan kadar pragmatist bir insan gelmedi. İktidara geldiği 2000’li yılların başından bugüne kadar birçok konuda farklı yaklaşımlarda bulundu ve “dün ak dediğine bugün kara dedi”. Dolayısıyla da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve çevresinin bu şekilde hareket etmesi gayet doğaldır.
Evet, bence Türkiye şu anda gerçekten Suriye’de hiç öngörmediği, beklemediği ve dolayısıyla herhangi bir planlamanın içine girmediği bir durum ile karşı karşıya bulunuyor. Her ne kadar 7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla başlayan süreçte bazı bilgilere ulaşmış ve tahminlere başlamışsa da duruma ilişkin hiçbir planlaması bulunmuyor. Bu yüzden de alelacele adımlar atmaya ve durumu kurtarmaya çalışıyor.
Bakın aradan bu kadar zaman -7 Cuma- geçti, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu kadar reklamı yapılan “Emevi Camii’de namaz kılmaya” hala gitmedi. Daha seçimler öncesinde planlaması yapılan “Irak ve Suriye’ye operasyonlar” başlamadı. Çok daha önemlisi hiç hesapta yokken, İmralı üzerinden “bitti” denilen örgüt ile süreç başlatılıyor. Hem de en üst perdeden.
Yani anlayacağımız, Türkiye Suriye’de bugüne kadar görmediğimiz kadar sıkışık ve zor bir durumda. Hepimiz biliriz; zor ve sıkışık durumda bulunan insanların sağlıklı karar verme oranları düşer. Türkiye’nin şu andaki durumu da maalesef bu.
Yani Türkiye şu anda ciddi kararlar verme aşamasında bulunuyor. Ancak vereceği bu kararlar hepimizi sevindirebileceği ve güzel günlere götürebileceği gibi, karanlıklara sürükleme ihtimali de bulunuyor.