Eren ATEŞ
Özgürlük ve barış için çırpınan bir kalem, adalet için atan bir yürek susturulmak için suikaste uğrayarak hayata veda etti. O gün, sadece bir gazeteci değil, geçmişle yüzleşmeye cesaret eden bir insan kaybedildi.
Hrant Dink, bu topraklarda cesaretin, dürüstlüğün ve insanlığın temsilcilerindendi. O, acıları konuşarak aşmanın, tarihi, bugünü korkusuzca sorgulamanın ve halkların eşitliği temelinde bir arada yaşamanın hayalini kuruyordu ama onun bu hayali, bu ülkede çokça görülen bir senaryo ile karartıldı: Linç kampanyaları, hedef göstermeler ve sonunda bir kurşun.
Hrant Dink’in suikasti, Türkiye’de basın özgürlüğüne, insan haklarına ve farklılıkların bir arada yaşama umuduna sıkılmış bir kurşundu.
1909’dan bu yana Türkiye’de, “susturulmak için kurban edilen” altmış ikinci gazeteci olarak kayıtlara geçen Hrant Dink’in ölümü, geride derin sorular ve bir türlü kapanmayan yaralar bıraktı. Bu acı olay, yalnızca bir kişinin yaşamına değil, toplumun vicdanına, adalet duygusuna ve geleceğe duyulan güvenine de kastetti.
Soru(n)lar ve Suskunluk
Hrant Dink, Türk ve Ermeni toplumları arasındaki derin yaraların iyileşmesi, geçmişle yüzleşilmesi ve halkların birbirlerini anlaması için mücadele ediyordu. Onun için gazetecilik, hakikati ortaya çıkarmak ve toplumları birleştirmek için bir araçtı. Agos Gazetesi’ndeki yazılarıyla tarihi tabulara meydan okuyor, geçmişin karanlık sayfalarını aydınlatmaya çalışıyordu lakin bu çabaları, onu hedef hâline getirmişti.
Yaşamının son yıllarında korkunç bir nefret kampanyasının hedefindeydi. Onu, “Türklüğe hakaret” iddiasıyla mahkeme koridorlarına sürükleyen süreç, aslında bir yalnızlaştırma operasyonuydu. Mahkeme salonlarından çıktığında, binlerce insanın gözü önünde “hedef” olduğunu biliyordu. Onun da dediği gibi, "Bir güvercin tedirginliğiyle" yaşıyordu ama yine de geri adım atmamıştı. O, korkusuzca yazmaya, konuşmaya ve barış için mücadele etmeye devam etmişti.
Hrant Dink’in öldürülmesi, bireysel bir nefret eyleminden ibaret değildi. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, bu suikastın FETÖ’nün amaçları doğrultusunda işlendiğine hükmetti. Yani, Hrant Dink’in öldürülmesi örgütlü, planlı ve çok boyutlu bir suçun parçasıydı. Gerçek sorumluların kimler olduğu sorusu ise hâlâ tam anlamıyla yanıtlanmış ol(a)masa da bizler biliyoruz.
İsabet eden kurşun, Ogün Samast isimli o dönemde on yedi yaşındaki bir gencin elinden çıkmış olabilir fakat bu suikastın perde arkasındaki karanlık yapıların varlığı, davanın her aşamasında daha da belirgin hâle gelmişti.
Adaletin Yaralı Hâli
Hrant Dink’in öldürülmesinden yıllar sonra, adalet arayışı hâlâ devam ediyor. 15 Kasım 2023’te Ogün Samast’ın tahliye edilmesi, bu yarayı daha da derinleştirdi. Bu tahliye, sadece Hrant Dink’in ailesi ve sevenlerini değil, adalete inancını kaybetmek istemeyen herkesi derinden yaralamıştı. Ogün Samast’ın yakalandığı gün, sivil polis ve jandarma eşliğinde Türk bayrağı ile poz vermesi, bu cinayetin nasıl bir toplumsal iklimde gerçekleştiğini açıkça göstermişti ve ne yazık ki, aynı iklimin adalet duygusunu da örselediği gerçeği, bugün daha da görünür hâlde.
Türkiye’nin hukuk sistemi, böylesine bir vahşeti planlayanların ve uygulayanların gerçekten cezalandırıldığına dair toplumu ikna edemedi. Adaletin eksikliği, toplumsal hafızada kapanmayan bir yara olarak duruyor.
Bu cinayet, sadece bir insanın değil; bir halkın vicdanına karşı işlenmiş bir suçtur. Hrant Dink, bize farklılıklarımızla barış içinde bir arada yaşamanın mümkün olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bu mesajlar, silah sesleriyle bastırılmak istendi. Oysa ki, o gün susturulmaya çalışılan ses, bugün hâlâ yankılanıyor.
Hrant Dink’i Anlamak ve İnsanlığa Mirası
Hrant Dink’i anlamak, onun cesaretini ve insani değerlerini anlamaktan geçer. Onun mücadelesi, sadece geçmişle yüzleşmek değil, aynı zamanda geleceğe bir ışık tutmaktı. O, hakikatin ve barışın yılmaz bir savunucusuydu. Onu anmak, sadece geçmişte kalan bir insanı hatırlamak değil; onun mücadelesini bugüne taşımaktır.
Hrant Dink’in öldürülmesinden bu yana on sekiz yıl geçti ve onun sesi hâlâ yankılanıyor. Barış, kardeşlik ve hakikat için mücadele eden herkesin yüreğinde yaşamaya devam ediyor çünkü, Hrant Dink’i unutmamak, geleceğimizi kurtarmak demektir.
Hrant Dink’in yazılarında ve konuşmalarında defalarca vurguladığı bir gerçek vardı: Korkuyu, nefreti ve ötekileştirmeyi yenmeden bir geleceğimiz olamaz! O, gerçek bir barışın yalnızca dürüstlükle mümkün olabileceğini savunuyordu ancak bu dürüstlük, mevcut düzen için tehlikeli bulundu çünkü, bu topraklarda hâlâ gerçeği söylemenin bedeli ölümle ödeniyor ya da anayasal haklara karşı çıkarak, insan haklarını ihlal ederek yargı karşısında adalet yitiriliyor.
Cenazesinde yüz binlerce insanın haykırdığı, “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz!” sloganı, aslında bir adalet çığlığıydı; bir halkın vicdanının hâlâ canlı olduğunu ve bu cinayeti asla unutmayacağını gösterdi. Bu sloganla sokaklara dökülen binlerce insan, onun halklar arasında inşa etmeye çalıştığı köprünün hâlâ ayakta olduğunu her geçen yıl gösteriyor.
Onun bıraktığı mirası yeniden hatırlamalıyız çünkü, bu miras, sadece Ermeni halkının değil, bu topraklarda yaşayan herkesin ortak mirasıdır.
Unutmak İhanettir!
Her 19 Ocak’ta, Sebat Apartmanı’nın önünde toplanan insanlar, Hrant Dink’i anarken yalnızca bir insanı değil; bir ideali, bir umudu anıyor, savunuyor, yaşatıyor ve aynı zamanda barışa, adalete ve insanlığa olan inancı diri tutuyor!
Bugün Türkiye’de, gazetecilik yapmak cesaret isteyen bir iş oldu. Gazeteciler, gerçekleri dile getirdiklerinde ya susturuluyor ya da hedef hâline getiriliyor. Hrant Dink, bu cesareti en üst seviyede göstermişti. O, yaşarken de, öldükten sonra da bir halkın vicdanını uyandırdı, uyandırmaya da devam ediyor.
Unutmamak, unutturmamak ve onun mücadelesini siyasetin adaletten ağır geldiğini bile bile sürdürmek bizim elimizde.
Türkiye’de, Hrant Dink gibi insanlar susturuldukça değil, yaşatıldıkça barışa yaklaşabiliriz çünkü, barış, yalnızca cesur insanların mirasını yaşatmakla mümkün olur!
Gazeteciliğin sembolü Hrant Dink'i, ölümünün on sekizinci yılında bir kez daha sevgi, barış ve adalet özlemiyle anıyor, anılarının önünde saygıyla eğiliyorum.
Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz! Buradayız Ahparig!