Suphi AKSOY
Amerika Birleşik Devletleri kendi müttefikleriyle Suriye’de siyasi çıkarlarını güvence altına almak için, kalıcı tedbirler almaktadır. Bu amaçla İsrail’i güçlendirerek, bölgede parlayan bir yıldız konumuna gelmesi için, önündeki engelleri ve üzerindeki tehditleri ortadan kaldırmanın hamlelerini yapmaktadır.
İngiltere, büyük Britanya İmparatorluğu’nun tarihsel tecrübelerine dayanarak, ABD ile birlikte Ortadoğu’ya yeni bir düzen getirmeye çalışmaktadır. Başta Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri de Suriye’li yüzbinlerce göçmeni tekrar yurtlarına geri yollamanın hazırlıklarını yapmaktadır.
Avrupa Birliği ülkeleri Suriye’lilerin yükünden ve ortaya çıkardıkları sorunlardan kurtulmak için, HTŞ lideri Ahmed Al-Şara ile ılımlı ilişkiler kurma taktiğini uygulamaktadırlar. Bu dönemde HTŞ’nin, Birleşmiş Milletlerin, Avrupa Birliğinin ve dünyadaki birçok devletin terörist örgütler listesinde olması, herhangi bir önem taşımamaktadır. Herkes hazırladığı planı başarıya ulaştırmak için, yoğun bir çaba sarfederken, HTŞ’nin ideolojisine ve geçmişte işlediği suçlar görmezlikten gelinmektedir.
Türkiye hükümeti zafer kazanmış gibi davranırken, Suriye’nin yeni sahibiymiş gibi bir tutum sergilemektedir. Suriye’nin inşasından faydalanmak için hazırlıklar ve projeler yapıp geliştirmektedir. Suriye’nin zenginlik kaynaklarından faydalanarak, içindeki ekonomik krizden kurtulmayı hesaplarken siyasi, askeri alanda da Şam’daki yeni yönetimi yönlendirmeye yönelik adımlar atmaktadır.
Türkiye’ye bağlı Müslüman Kardeşler Örgütü ve diğer grupların Şam’da kurulan idarenin merkezinde olmamaları ve Suriye Milli Ordusu’nun Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimine karşı kullanılması, AKP hükümetini hem zayıflatmakta hem de yayılmacı ve işgalci niyetini ortaya koymaktadır.
Başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer Arap ülkeleri ise, Türkiye hükümetinin bu yaklaşımını gördükleri için, Suriye yönetimini kendi yanlarına çekmenin çabasını yoğunlaştırmaktadırlar. Çünkü Beşar Esad’ın, İran’ın ve Rusya’nın kucağına itilmesinden dersler çıkardıkları anlaşılmaktadır.
İsrail devleti de ortaya çıkan bu yeni durumdan ve boşluktan azami bir şekilde faydalanmak için, uzun vadeli bölgesel bir değişimin temellerini oluşturmakta ve bu doğrultuda adım adım ilerlemektedir. Lübnan ve Irak iç sorunlarıyla uğraşırlarken, Ürdün de batılı ve Arap ülkeleriyle birlikte mevcut gelişmelerden kazançlı çıkmanın yolunu tutmuştur.
İran ise; kolları kanatları kırılmasıyla birlikte aldığı ağır darbelerden dolayı, kendi içine çekilmiş, suskunluğa bürünmüş ve başına gelecek olayları düşünmektedir. Rusya da Ukrayna savaşı nedeniyle ağır kayıplara uğradığından, bu savaş dışında başka planlar yapacak ve adımlar atacak konumdan düşmüştür.
Kuzey-Doğu Suriye halkları proje ve plan sahibi olarak varlıklarını savunmaya devam ederek, uluslararası koalisyon güçleriyle İŞİD vahşet örgütüne karşı mücadele iradesini ortaya koymaya ve meşrutiyet kazanma yolunda önemli bir güven oluşturmaktadır. Askeri alanda da saldırılara karşı cevap vererek, sahada bir güç olduğunu ortaya koymaktadır. Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetimi otonom, federal bir bölge olarak uluslararası güçler tarafından tanınmasıyla, Suriye’nin yeni yönetim şekli de belli olacaktır.
Dürziler, Süveyda bölgesinde otonomi veya federasyon istemektedirler. Dürzilerin bu talebi Suriye’nin çoğulcu ve merkezi olmayan bir sistemin kurulmasına önemli bir katkı sunarak, halklara güç vermektedir. Alevilerin Lazkiye, Tarsus ve diğer alanlarda konumu zayıf olsa da, kendilerini toparlama ve yönetim iradelerini ortaya koymaları, güçlü bir ihtimal olarak görülmektedir.
Süryani (Asuri-Keldani-Arami) halkı da Kuzey-Doğu Suriye Özerk Yönetiminde yer alarak, eski sisteme karşı tavrını çoktan belirlemiştir. Süryaniler, Rum-Ortodoks (Melkitler) ve diğer bütün Hristiyanlar yaşadıkları alanlarda özerk, otonom yönetimler oluşturarak, federal bir sistemin plan ve programını hayata geçirmek için, güçlerini birleştirme arayışlarını hızlandırmıştır.
Suriye’de selefi yapılar bir azınlığı oluşturdukları için, bütün ülkeye el koymaları ve merkezi bir devlet kurmaları mümkün değildir. Suriye’deki Sunni Müslümanlar, nüfusun yüzde yetmişini oluştursalar da çoğunluğu laik ve çağdaş bir yaşamdan yanadır. Özellikle şehirlerde yaşayan insanlar gerici, şeriatçı, dünyaya kapalı Talibanvari bir düzeni istemeleri, sosyal yapılarına aykırıdır. Çünkü Suriye halkları tek tipçi Baas rejimi yerine, şeriatçı ve çağ dışı bir rejimi tercih etmek gibi bir zorunluluğa sahip olmadıklarını düşünüyorlar.
Suriye’de Hristiyanlar, Ezidiler, Dürziler, İsmailler, Aleviler ve Sunni Müslümanlar yaşamaktadırlar. Suriye dinsel, mezhepsel, inançlar dışında ulusal ve etnik olarak da çok kimlikli bir mozaiğe sahiptir. Her halkın ve grubun ulusal, toplumsal talepleri, yaşam planları, kimliğini, değerlerini koruyup geliştirmek için hedefleri vardır. Barış içinde yaşama koşulu, halkların ortak iradesiyle oluşturulacak yeni bir anayasanın hayata geçirilmesine bağlıdır.
Süryanilerin ve bütün Hristiyanların kendi ulusal, toplumsal, tarihsel varlıkları için kapsamlı bir program geliştirerek, bu süreçte temel bir rol üstleneceklerdir. Çünkü, Süryaniler ve Hristiyanlar demokrasiden, özgürlükten, barıştan, çağdaş yaşamdan, ekonomik kalkınmadan, ve adil bir düzenden yanadırlar.