YAZARLAR

Tümü

Gezi Parkı’nın İzleri

(38 Gün, 15 Saat önce)
Gezi Parkı, 2013'te, Türkiye’nin özgürlük ve demokrasi mücadelesinin en önemli simgelerinden biri hâline geldi. O dönemde yaşananlar, bir parkın ağaçları için başlayan mücadelenin çok ötesine geçti ve halkın özgürlük taleplerinin, iktidarın baskıcı politikalarına karşı verdiği bir direnişe dönüştü.

Eren ATEŞ

 

Bugün, 12 yıl sonra, Gezi’nin hâlâ hafızalarda taze olmasının sebepleri sadece o dönemin fiziksel izleriyle sınırlı değil; bu direniş, hükümetin yurttaşlarını susturma, özgürlükleri kısıtlama çabalarına karşı verilmiş bir savaşın, bir halkın hak arayışının simgesidir.

 

Gezi Parkı olayları, bir siyasi iktidarın, yurttaşların özgürlük talepleriyle nasıl çatıştığını, toplumun kendisini ifade etme biçimlerini nasıl şiddetle bastırmaya çalıştığını gözler önüne sermişti.. Bu direnişin başladığı günlerde, Gezi Parkı’nda bir grup çevreci, ağaçları koruma adına bir araya gelmişti. Ancak bu, yalnızca çevreci bir protesto değildi. İktidarın, halkın sesini kısma, tüm toplumu tek tipleştirme çabalarının zirveye ulaştığı bir dönemde, bu direniş halkın kendi özgürlüğünü savunmak için verdiği bir kavga hâlini aldı.

 

İktidarın Şiddetle Bastırma Çabası

 

Gezi'nin en dikkat çeken yönlerinden biri, hükümetin bu” barışçıl” halk hareketine nasıl “şiddetle” karşılık verdiğiydi. Polisin, özellikle de AKP iktidarının talimatları doğrultusunda hareket eden güvenlik güçlerinin, Gezi direnişçilerine uyguladığı şiddet, yalnızca fiziki anlamda değil, toplumsal hafızada da derin yaralar bıraktı. Taksim Meydanı’nda halk ellerinde dövizler ve barışçıl sloganlarla toplanırken, polis tüm orantısız güçleriyle müdahale etti. Göz yaşartıcı gaz, tazyikli su ve plastik mermilerle yapılan müdahaleler, Gezi’nin unutulmazlarından biri oldu. O günlerde yaralanan, gözünü kaybeden, fiziksel ve psikolojik travma yaşayan onlarca insan oldu. Protestolar sırasında hayatını kaybedenlerin sayısı, farklı kaynaklara göre değişiklik göstermektedir. Resmî verilere göre, 8 kişi doğrudan olaylar sırasında hayatını kaybetmişti ama hükümetin haksız yere aldığı can sayısı ve yaralananların sayısı daha fazla olduğu belirtilmektedir. Ali İsmail Korkmaz, 19 yaşında bir üniversite öğrencisiydi ve polisle tartışma sırasında dövülerek ağır yaralanmış, 38 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybetmişti. Ethem Sarısülük, 26 yaşında bir işçiydi ve polisin açtığı ateş sonucu başından vurularak hayatını kaybetmişti. Mehmet Ayvalıtaş,  20 yaşında bir gençti ve protestolar sırasında bir aracın çarpması sonucu hayatını kaybetmişti. Berkin Elvan, 14 yaşında bir çocuktu ve Gezi Parkı olaylarına katılmak üzere evinden çıkmıştı. Polis müdahalesi sırasında başına gaz bombası kapsülü isabet etti ve 269 gün komada kaldıktan sonra 2014 yılında hayatını kaybetmişti. Bunlar sadece birkaç örnek; protestolar sırasında hayatını kaybedenlerin sayısı ve durumları, dönemin siyasi atmosferine ve resmi açıklamalara göre farklı yorumlanabiliyor ve daha önemlisi, bu olaylar, devletin halkını nasıl hiçe sayarak, polis gücüyle nasıl susturmayı amaçladığını bastıra bastıra tüm yurttaşlara gösterdi.

 

Polisin sadece orantısız güç kullanması değil, aynı zamanda hükümetin emrindeki güvenlik güçlerinin halka nasıl bir tehdit olarak gösterildiği de büyük bir sorun hâline geldi. Gezi, bir parkın korunması için başlayan basit bir eylemken, bir anda AKP iktidarının toplumun farklı kesimlerini susturma ve korkutma arayışının simgesine dönüşmüştü. Direnişe katılan halk, sadece ağaçları değil, ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, siyasi katılım hakkını, insan haklarını ve çoğulculuğu savunuyordu fakat hükümet, bu talepleri çok basit bir şekilde “terörist” ya da “provokatör” olarak nitelendirip bastırmak için her yolu denedi. Polis, adeta hükümetin halkı susturma, korkutma ve boyun eğdirmesine aracılık eden bir araca dönüştü.

 

Direnişçi Halk

 

Gezi Parkı direnişi, yalnızca sokaklarda yürüyen gençlerden ibaret değildi. O hareketin içindeki farklı kimlikler, ideolojiler ve toplumsal sınıflar, bir bütün olarak "halk"ı temsil ediyordu.

 

Gezi, bir avuç gencin isyanı değil, toplumun her kesiminden farklı insanın özgürlük, hak ve adalet mücadelesiydi. O günlerde halk, yaşam alanlarına, özgürlüklerine, en temel haklarına sahip çıkmak için sokaklardaydı. Gezi’nin simgesi hâline gelen direnişçi halk, aynı zamanda kendi kimliğini, kendi sesini ve düşüncelerini savunan bireylerden oluşuyordu. Gezi’nin başlangıcında polisin şiddetli müdahalesiyle yaralananlar, yaşadığı travmaları geride bırakıp bu simgeyi taşımaya devam ettiler. Ve her birinin yaşadığı o acı, hükümetin ne kadar korkutucu, ne kadar tahakkümcü olduğunu tüm Türkiye'ye gösterdi.

 

Gezi Parkı, bir halkın “özgürlüğe” olan açlığının, iktidarın zulmüne karşı verdiği bir direnişin mücadelesiyle yüklendi. 2013’teki o kitlesel eylemler, aslında bir halkın, kendi haklarına sahip çıkma kararlılığının en net ifadesiydi. Bugün, 12 yıl sonra hâlâ Gezi’nin simgesi hâline gelmiş olan direnişçi halk,  özgürlüklerini kaybetmeye ne kadar tahammül edemeyeceklerinin bir göstergesidir. Birçok farklı kesimin, özgürlük ve hak arayışı adına bir araya geldiği bu direniş, artık sadece o dönemin değil, ülkenin tüm geleceğine dair bir duruşu ifade ediyordu.

 

Gezi’nin Bugüne Yansıyan Etkileri: Hükümetin Toplumu Susturma Çabası

 

Bugün, 12 yıl sonra, Gezi’nin hatırlanıyor olması bir tesadüf değildir. Hükümetin hâlâ halkı susturma, ifade özgürlüğünü kısıtlama, farklı düşünceleri sindirme çabaları devam etmektedir. O dönemde yaşananlar, sadece bir parkın korunması mücadelesi değildi; toplumsal bellekteki boşlukların yerini alan ve halkın ne kadar özgürlüklerinden mahrum kaldığını gösteren büyük bir uyanıştı. İktidar, Gezi Parkı olaylarından sonra da halkı susturmak için her türlü yöntemi kullanmayı sürdürdü. Yasaklar, gözaltılar, muhalefet liderlerine yönelik baskılar, basın özgürlüğüne yönelik tehditler ve bir medya atmosferinin baskı altına alınması, bu sürecin devam ettiğini bize gösteriyor.

 

Hükümetin temsil ettiği iktidar anlayışı, toplumsal özgürlükleri ve ifade hürriyetini bir tehdit olarak algılarken, bu tehditleri bertaraf etmek için toplumun her türlü eleştiri ve karşı duruşunu “teröristlik”le, “düşmanlıkla” suçlayabiliyor. Bugün bile, Gezi’nin hatırlanması, halkın verdiği bu mücadelenin, hâlâ ülkenin dört bir yanında halkın özgürlük mücadelesine ilham verdiğini gösteriyor.

 

Gezi’yi savunan insanlar, geçmişin izlerini taşırken, aynı zamanda özgürlükleri savunmaya devam ediyor. Gezi'nin bize bıraktığı en büyük miras, halkın özgürlük ve adalet arayışının bitmediğidir ama hükümetin her geçen yıl bu direnişi daha fazla bastırmaya, halkı susturmaya çalışması, sadece geçmişteki Gezi’yi değil, gelecekteki toplumsal direnişleri de hedef altına alıyor. Gezi, bir sembol olmaktan çok daha fazlasıdır; o, halkın özgürlüğüne ve haklarına sahip çıkma mücadelesidir

 

Hükümetin, ülkesini korumak için çaba veren halkına "terörist" olarak tanımlaması, Gezi’nin aslında bir toplumsal direnişten çok, çok daha geniş bir politik olguya dönüştüğünün somut bir kanıtıdır. Buna karşın, bugüne kadar yapılan açıklamalar ve dava süreçleri, Türkiye'deki siyasi ortamın ne kadar kutuplaşmış olduğuna dair önemli ipuçları veriyor. Son günlerde, Gezi Parkı eylemlerinin üzerinden 12 yıl geçmiş olsa da, hükümetin bu olayları hâlâ "toplumsal huzursuzluk" olarak nitelendirmesi ve bu tür eylemleri "terörist faaliyetler" gibi kavramlarla ilişkilendirmesi, aslında hükümetin kendini muhafaza etmek adına toplumu kutuplaştırma yöntemini nasıl derinleştirdiğini gözler önüne seriyor.

 

Sonuç olarak, 12 yıl sonra geldiğimiz noktada, hükümetin, Gezi’yi hâlâ ülke için tehdit olarak tanımlaması, aslında halkın taleplerine kulak tıkadığı ve sokakta yaşanan bu direnişi hâlâ kontrol altında tutma çabasında olduğu anlamına geliyor. Ayşe Barım ve onun gibi figürlerin davaları, bu sürecin hâlâ devam ettiğini ve ülkede gerçekten değişmesi gereken bir şeylerin olduğunu gösteriyor. Bu değişim, yalnızca mahkemelerde değil, halkın bilinçli şekilde kendini ifade etme biçiminde, toplumsal bir dönüşümde gizli. Gezi Parkı, sadece bir parkın korunmasının ötesinde, hükümetin doğru bildiği yanlışları sorgulamak ve toplumun demokrasiye olan inancını yeniden tesis etmek adına verilen bir mücadelenin simgesine dönüşmüştür.

 

Orantısız şiddeti göstermek için biber gazlarına maruz kalarak dimdik durmaya çalışan Kırmızılı Kadın, emir altında abluka alanlara karşı Kitap Okuyan Adam, tazyikli su sıkan tomanın önüne korkusuzca çıkıp iradeyi gösteren Siyah Elbiseli Kadın, tomaya karşı gitar çalarak yürüyen sokak sanatçısı Murat Öztürk… Hepimiz oradaydık, hepimiz o’nlardık.

 

Bugün, hâlâ Gezi'nin izleri üzerinde siyaset yapılması, bu olayın sadece geçmişin değil, aynı zamanda bugünün de önemli bir parçası olduğunu gösteriyor ama Türkiye’nin geleceği, Gezi Parkı gibi toplumsal hareketlerin üzerinden inşa edilerek değil, halkın taleplerine kulak verilerek şekillenecek.

 

 

 


İSTANBUL
EURO
39.7179
DOLAR
36.5387
ARŞİV