Eren ATEŞ
İhmallerin Bedeli: Canlar Gitti, Vicdanlar Kaldı
Deprem, ne yazık ki, sadece bir doğa olayı değildi; aynı zamanda yıllarca süregelen bir ihmalin, bir sorumsuzluğun ve vicdansızlığın sonucuydu. O karlı, soğuk, korkutucu gecede, enkaz altındaki sesleri duymak için devlete ait ekiplerin saatlerce ulaşamadığı bölgelere gitmek, iktidarın umursamazlığının bedeliydi. Güneş doğmaktan utanıyordu. Depremin hemen ardından gelen yardımların da geç kalması, o enkaz altındaki insanların ölümüne apaçık neden oldu. Çadırlar, su, gıda, ilaç… Bu temel ihtiyaçlar, sadece birkaç saatlik gecikmelerle bir canın daha sonlanmasına yol açtı. Ve tüm bu dramın ortasında, AKP hükümetinin bir yanda hâlâ “ekonomik çıkar” peşinden koşup Kızılay’ın çadırları “satması” diğer yanda ise sahada hiçbir şey yapmaması, bu felaketin birer suç ortağıydı.
İktidarın Sorumsuzluğu: Yandaşlarına Peşkeş Çekilen Hayatlar
Kalkıp da AKP iktidarını bu kadar sert eleştirdiğimizde, bazıları “Zor zamanlar, hep birlikte bir arada olmalıyız.” Diyebilir ancak, gerçek şu ki; zorlu zamanlarda liderlik, sorumluluğu üstlenmekle başlar. Liderlik, halkın yanında olmak, halk için çalışmaktır ama o günlerde, halk yalnız bırakıldı! AKP hükümetinin o zamanki sessizliği, halkın kayıplarına duyarsızlığı, şok edici bir ihmaldi. O binaların dayanaksız olması, deprem öncesi yapılan “dayanıksız” uyarılarına rağmen önlem alınmaması, müteahhitlerin inşa ettiği kaçak yapılar… Bunların tümü, halkı daha büyük bir felakete sürükleyen bir politikaların sonucuydu. Yandaş müteahhitlere peşkeş çekilen inşaat izinleri, halkın can güvenliğini hiçe sayan politikalar, yıllarca ülkeyi yönetenlerin suçu oldu. O binalarda, devrilen duvarların arasında, kaybolan yaşamların her biri, AKP'nin vicdansız politikalarının birer sonucu olarak elimizde kaldı.
Fırsatçılık: Depremzedelere Çadır Satışı
Ve en korkunç olanı… Kızılay'ın, bir felakette kurtuluş umudu olan yardım kuruluşunun, depremzedelere "çadır satışı" yapmasıydı. Çadır satışı! O çadırlar, o insanların hayatta kalabilmesi için, güvenle barınabileceği bir ortam sağlamalıydı ki o da para kazanmanın bir aracı hâline getirildi. Depremzedeler, bir çadır için para ödemek zorunda bırakıldılar. Şaka gibi! Gerçek! Geriye kalan sadece yıkılmış hayatlar ve bir kurumun “yardım” adı altında yaptığı büyük fırsatçılıktı. Bu, bir halkın, güvenini kaybetmesi demekti. Kızılay da iktidarın emrinde kalarak ne yazık ki, halkına ihanet etti.
Yardımların Geç Ulaşması: Bir Nefesin Bedeli
Yazdıklarımın ötesinde, bir başka korkunç gerçek de deprem bölgesinde yavaş ilerleyen yardım organizasyonlarıydı. Birçok insan, yaşama tutunmaya çalışırken, yardımların gecikmesi nedeniyle hayatta kalamayacak duruma geldi. İletişim kopukluğu, ekipman eksiklikleri, koordinasyon yetersizliği, kurtarma çabalarının yavaşlamasına neden oldu. O insanların arasında, kaybolan her bir saniye, bir hayatın sonlanmasına yol açtı. Bu ölümler, o insanları zamanında ulaşan bir ekip tarafından kurtarılabilirdi ama devlet, bu konuda da tüm sorumluluğunu yerine getirmedi. Her şey ihmal edildi!
Geçici Çözümler, Kalıcı Sorunlar
Ve bu felaketin ertesinde ne oldu? Birkaç hafta sonra, gündemin derinliklerine gömülüp gitti. Kaybolan hayatların acılarını sorumlular unuttu, yurttaşlar unutmadı! Ancak o acılar, o kaybolan hayaller, o enkaz altında kalan insanlık, unutulmaya mahkûm olamaz. İki yıl sonra, belki de çoğumuz hâlâ etkilerinden kurtulamadık. Geride kalanlar, kaybettiklerinin yasını tutuyor fakat bu yasın, sadece bireysel değil, toplumsal bir yansıması gerçekliği de var. O acılar, her birimizde izler bıraktı. O kaybolan hayatlar, her birimizin vicdanına derin bir yara açtı, sürekli kanayan.
2 Yıl Sonra: Unutulmaz Bir Yıkımın Ardında
Şimdi, Türkiye iki yıl sonra yeniden aynı gerçekle yüzleşiyor. Deprem bölgesindeki insanlar, hâlâ eski yaşamlarını geri alabilmiş değiller. Konteyner kentlerdeki yaşam, insanları yavaşça tükenmeye sürüklüyor. Depremin yarattığı travmalar, sadece fiziksel değil, ruhsal ve sosyal anlamda da derin izler bırakmaya devam ediyor. Bugün hâlâ, yeniden yapılan binalar güvensiz. Bugün hâlâ, halkın yaralarını saracak adımlar atılmadı. Bugün hâlâ, sorumluluklarını yerine getirmeyenlerin “hesap vermediği” bir ülkede yaşıyoruz.
Unutulamayacak Kaybın Takibi: Hesap Vermeyenler
Ama bir şey çok net: O gün, felaketin en derin yaralarından birini açan AKP iktidarı, halkının yaşadığı bu travmayı unutmuş olsa da, unutulamayacak olan, bu kayıplardır ve her geçen gün, bu sorumlulukların peşine düşmek için, geçmişin acılarını unutmamalıyız. O felaketi yaşayanların hatıralarını onurlandırmak, bir daha böyle bir felaketi yaşamamak için mücadele etmek, hepimizin görevidir.
Unutmayalım: Bu felaketin sorumlusu sadece doğa değil, o yandaş müteahhitler, o sorumsuz iktidar, halkı bir kez daha yalnız bırakandır. Ve bu sorumluluk, bir gün hesap verecek kadar ağır olacaktır.
Erdal Uçar’ın Acısı: Bir Ailenin Kaybı
6 Şubat 2023, Türkiye'nin tarihi boyunca unutulmayacak bir kara gün olarak kayıtlara geçti. Kahramanmaraş merkezli depremler, sadece can ve mal kaybı yaratmakla kalmadı, aynı zamanda binlerce aileyi yerinden, yurdundan etti. Bu felakette yitirilen hayatların arkasında, bambaşka bir dram da yatıyordu. Bu dram, yıllarca iktidarın zorlukları altında yaşam mücadelesi veren, sonunda yurt dışında yeni bir hayat kurmak için çaba harcayan ama orada da büyük bir acıyla yüz yüze gelen Erdal Uçar’ın hikâyesidir…
Erdal Bey, tıpkı diğer birçok politik mülteci gibi, Türkiye'deki, siyasi baskılardan ve her geçen gün ağırlaşan yaşam koşullarından bıkmış ve ailesiyle birlikte yurtdışına çıkma kararı almıştı. Belki de umuduyla, belki de Türkiye’deki mevcut iktidarın yarattığı zulme karşı duyduğu çaresizlikle, Türkiye’yi, vatanını terk etmişti ancak o, bir ailenin yeniden umut bulacağı, huzurlu bir yaşam kuracağına inandığı yeri bulma hayaliyle yola çıkmıştı. Bu hayalin peşinden gitmek, ailesiyle birlikte bir arada olmak ve orada yeni bir hayat kurmak istiyordu. Güvenli, huzurlu bir yaşam bırakmak istiyordu üç çocuğuna eşiyle birlikte.
Ne yazık ki, 6 Şubat’taki büyük depremler, Erdal Bey’in birçoğumuzun kalbine dokunan bir dramla hayatına girdi. Erdal Bey, eşi ve üç çocuğunu kaybetti. Onları, yurt dışına gitme arzusunun gerisinde bırakıp, onlarla güvenli bir gelecek için başka bir toprakta yeni bir başlangıç yapmak isterken, bir gecede “her şeyini” kaybetti. Geriye sadece bir enkaz, bir boşluk ve kalbinde derin bir acı kaldı. Erdal Bey’in kaybı, hepimiz için büyük bir hüzün amaaynı zamanda Türkiye'deki iktidarın önlem almama konusundaki başarısızlığının acı bir yansımasıydı.
Erdal Bey’le yaptığım söyleşi, uzun yıllar boyunca kalbimde yer edecek bir anı olarak hep hatırlanacak. Onunla sohbet ederken, gözlerinde kaybolmuş bir dünyayı, bir umudu ve yok olmuş bir yaşamı telefondan gördüm, hissettim, daha ötesi yok, siz anlayın… Her kelimesinde, terk edilen topraklarının, kaybedilen sevdiklerinin, yıkılan hayallerinin izlerini kalbimin derininden hissettim.. O, yalnızca bir birey değil, yıllarca süren mücadelelerin ve vicdanı rahatlatacak bir gelecek hayalinin kaybolmuş simgesiydi. “Ben bu topraklarda, bu memlekette, bu ülkede yaşamak istemedim ama ne yazık ki, şimdi orada da kayıplarım var. Ne olur, bu tür olaylar bir daha yaşanmasın, kimse bu acıyı çekmesin.” derken ben bu topraklarda nefes aldığıma bir kez daha utandım. Erdal Bey’in kaybı, iktidarın yıllardır almadığı “önlemler” ve düzgün bir planlama yapmaması nedeniyle yaşanan büyük bir felaketin, ne kadar can yakıcı boyutlarda olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. İktidarın sürekli olarak baskıcı ve demokratik olmayan tutumları, insanların yaşam alanlarını zorlaştırdı. Erdal Bey gibi nice insanlar, barınma, temel ihtiyaçlarını karşılama ve güvenlik gibi sorunlarla uğraşarak, ne yazık ki, bu ülke topraklarından göç etmek zorunda kaldı. Ülkede siyasi baskıların, ekonominin ve adaletsizliğin üst boyutlara taşındığı bu dönem, Erdal Bey’in ve ailesinin yaşadığı dramı anlamak için çok daha fazla fırsat sunuyor.
Erdal Bey, bugün çok büyük bir kaybın ardından, varlıklarını yitirdiği memleketi ve sevdikleri için acı içinde yaşamaya devam ediyor. Hangi ülkede yaşarsa yaşasın, kaybolan bir aileyi geri getirme şansı yoktur. Bu yüzden, sadece Erdal Bey değil, bizler de sorumluyuz; hem siyasilerin, hem de toplum olarak hepimizin bu acıyı görmesi, bu dramı fark etmesi, gerektiğinde daha fazlasını yapması gerekir.
Şimdi, depreme karşı hiçbir önlem alınmadan Türkiye'nin dört bir tarafında yaşanan büyük felaketten sonra, Erdal Bey ve daha pek çok mağdurun, hak ettikleri şefkati ve güvenliği bulabilmesi için hepimize daha fazla sorumluluk düşüyor ve üzücüdür ki, iktidarın bu süreçte yaşanan kayıplar karşısında hâlâ büyük bir boşluk bıraktığını hep birlikte görmekteyiz. Erdal Bey’in hikâyesi, sadece bir bireyin değil, tüm Türkiye’nin yüzleşmesi gereken bir acı gerçek. Bu sorumlulukları görmezden gelmek, hayatlarını kaybedenlerin ölümlerini boşuna kılacaktır. Bugün, Erdal Bey'in ve daha birçok mağdurun hikâyeleri, seslerini duyuracak güçlü bir temele ihtiyaç duyuyor. Bu temelin başlangıcı, bizlerin iktidarın eksikliklerini ve ihmallerini dile getirmesiyle olacaktır.
Erdal Bey ile dertleşirken, bana söyledikleri sözler, bir insanın kayıplarını ve acılarını derinlemesine hissettiren, kelimelere dökülemeyecek kadar ağır yükler taşıyor. “Enkazlar kalkıyor ama insanın arkasındaki enkaz asla kalkmıyor.” dediğinde, sadece fiziki değil, duygusal bir enkazdan bahsediyordu. Her bir kayıp, sadece bir evin, bir sokağın, bir şehrin değil; bir insanın içindeki devasa boşluğun, yıkıntıların izini bırakır. Erdal Bey’in sözleriyle, bu enkazların bir ömür boyu insanın ruhunda kalacağını fark ettim. Fiziki yıkımın izleri silinebilir belki ama kaybettiklerimizin acısı, içimizdeki boşluk bir ömür boyu iz bırakır.
“Dedem haklıydı: Giden kurtulur, geride kalan nasıl yaşasın?” diyor, aslında kaybın sadece ölenin değil, geride kalanların da bir buruk parçası olduğunu anlatıyor. En çok dikkatimi çeken sözlerinden biri, “Eren Bey, ciğer olduğu zaman farklı olur; babayı, anneyi anlar insan, unutur ama ciğerden kaybettiği zaman insan düzelemiyor.” En yakınlarını, canından canlarını, can yoldaşını kaybetmenin tarif edilemez acısını dile getiriyor. İnsan ne zaman ki en yakınına, canını canına kavuşturduğu insana veda eder, o zaman acının ne denli büyük olduğunu, kelimelerin ne kadar yetersiz kaldığını idrak eder. "Ciğer" dediği kişi, hayatındaki en özel, en değerli kişidir. O kayıp, asla iyileşemeyen bir yaradır.
“Her gün fotoğraflara bakıyorum, bağrıma basıyorum. Bir dakika bile aklımdan çıkmıyorlar.” dediğinde ne cümle kurabildim, ne de odaklanabildim. Fotoğraflar, anıların somutlaşmış hâlidir. Zaman geçse de, kaybın üzerinden yıllar geçse de birinin gözleri, gülüşü, sesi, sıcaklığı bir şekilde kalır. İnsanın aklından çıkmaz. Erdal Bey’in söylediklerinde, kaybedilenlerin her an yaşandığı, her fotoğrafın kalpten hissedildiği bir dünyaya şahit oldum. Erdal Bey ile sohbetim bir insanın acılarını, kayıplarını daha derinden anlamamı sağladı; acının ne demek olduğunu, o kaybı her gün, her an hissederek yaşamanın ne kadar zor olduğunu derinden anlıyorum. Sözleri, kalpteki acıyı yansıtırken, bir yandan da insanın kaybıyla başa çıkma gücünün ne kadar zor olduğunu hatırlatıyor. 6 Şubat 2023'te yaşadığımız büyük felaketi ve kaybettiğimiz canları unutmak mümkün değil. Bugün, depremin 2. yıl dönümünde, bu acı hatırlatıcı, bir kez daha hepimize derin bir hüzün ve sorumluluk yüklüyor. Geçen zaman, belki yaraları biraz sarabilir ancak kayıplarımızın acısı asla silinemez.
Her bir hayat, bir ailenin umudu, bir çocuğun gülüşü, bir annenin, bir babanın hayalleri... O kadar çok yaşamı, o kadar çok hayali kaybettik ki… Ama bu, acılarımızı unutmamak, onları hatırlamak ve başkalarına da unutturmamak için değil, aksine daha güçlü bir toplum oluşturmak için öncüdür.
Deprem, sadece fiziksel olarak değil, duygusal olarak da hepimizi derinden sarstı. Şimdi, kaybettiklerimizi anmak, onların hatırasına saygı göstermek, yaşanan acıları unutmayıp, geleceğe daha dikkatli ve sorumlu bir şekilde adım atmak “hepimizin” görevidir.
Unutulmamalı ki, “Asrın Felaketi” diye adlandıranlara “Asrın İhmali” diye cevap vermekten korkmuyoruz!
Yaralarımızı hep birlikte saracağız!
Yazarken titreyen parmaklarım, akan yaşlarım…
Her şeyin hesabı bir gün sorulacak!
Hayatlarını kaybedenlere rahmet dilerken, geride kalanlara da tüm saflığımla sarılıp sabır diliyorum.