YAZARLAR

Tümü

Her Devlet Biraz Erkektir

(6 Gün, 13 Saat önce)
Ataerkil sistem, erkeklere mülkiyet hakkı verir. Kadını, çocuğu, evi, işi, sokağı, siyaseti… Bu onlara her şeyi elinde tutması gerektiğini, aksi halde bir hiç olacağını sanrısını empoze eder. Erkekler kaybettiklerinde, yani mülkiyetin elden kaydığını hissettiklerinde, öfkeleri dizginlenemez hale gelir. O yüzden kendisini terk etmeye çalışan kadını öldüren koca, işsiz kalınca geçinme kaygısıyla cinnet getirip çocuklarını öldüren baba ve kaybettiği mevkiyi korumak için halka zulmeden devlet, aynı iktidar krizinin üç yüzüdür. Erkek kaybettiğini öldürür, devlet kaybettirecek olanı ezer. Ve her ikisi de bunu bir bahaneye dayandırarak kendini aklamaya çalışır. Erkek için bu çoğu zaman "anlık öfke" ya da "psikolojik çöküntü", devlet için ise "güvenlik tehdidi" bahanesidir.

İrem KABATAŞ

 

Erkekler kadınları öldürürken, çoğu zaman gerekçeleri aynıdır: Beni terk etti, bana ihanet etti, onu çok seviyordum, sahip olduğum her şeydi. Söylemler değişse de temel refleks değişmez: Mülkiyet hırsı. Kadın, erkeğin mülkü değildir. Ancak erkek, onun kendisine ait olduğuna inanır. O yüzden kadın ekonomik bağımsızlığını kazandığında, boşandığında, itaat etmeyi bıraktığında ya da sadece var olmayı seçtiğinde, erkekler buna şiddetle yanıt verir.

 

Kadın cinayetlerinin büyük çoğunluğu eski ya da mevcut eş/sevgili tarafından işlenir. Boşanma sürecinde, bir ayrılık sonrası ya da “hayır diyen” bir kadın hedef alındığında işlenen cinayetlerin neredeyse tamamında fail erkek "anlık cinnet" bahanesine sığınır. "Gözüm döndü, bir anda oldu" diyerek kendini savunur. Ancak kadın cinayetleri istatistiklere bakıldığında, bunların büyük kısmının uzun süreli bir şiddetin sonucu olduğu görülür. Kadınlar öldürülmeden önce defalarca tehdit edilir, darp edilir, polise başvurur ama sonuç alamaz. Bu bir cinnet değil, sistematik olarak uygulanan bir şiddet politikasıdır.

 

Kadın cinayetlerinde yalnızca kocalar, eski sevgililer değil, babalar da sıkça fail olarak karşımıza çıkar. Çünkü aile, erkeğin mutlak mülkiyet hakkını pekiştiren bir kurumdur. Kadın, evin içinde babanın otoritesi altında büyür; ona ne giyeceğini, ne yapacağını, kimle konuşacağını söyleme hakkını kendinde bulan ilk erkek babadır. Baba, kadının hayatı üzerindeki ilk sahiplik iddiasıdır. Bu yüzden öldürülen kadınların önemli bir kısmı, ya kendi babaları ya da ağabeyleri tarafından katledilmektedir. Aile, mülkiyet masalının ilk anlatıldığı yerdir ve babalar, o mülk üzerindeki ilk muhafızlardır. Devletin “aile kurumunu koruma” bahanesi ile kadın haklarını kısıtlaması da işte tam bu sebeptendir.

 

Bir erkekte olduğu gibi, devletin de otoritesini kaybetmeye tahammülü yoktur. Halk, işçiler, kadınlar ya da gençler sokağa çıktığında, hakkını talep ettiğinde, devlete “sen bizi yönetemiyorsun” dediğinde, devletin cevabı da elbette erkekten farklı olamaz: Şiddet.

 

Kadın, erkek için mülk ise, halk da devlet için mülktür. Kadın nasıl itaat etmek zorunda bırakılıyorsa, halk da boyun eğmek zorunda bırakılır. Kadın öldürüldüğünde katiline ceza verilmez, halk polis tarafından öldürüldüğünde de sorumlular yargılanmaz.

 

Şiddeti Aklama Mekanizması: Bir Ak Şiddet Meselesi

 

Bahanesiz şiddet meşrulaşamaz. O yüzden erkekler öldürürken "anlık cinnet" denir, devlet öldürürken "güvenlik tedbiri" denir. Oysa her ikisi de şiddetin failidir. Ama nasıl ki "kadın cinayeti" yerine "aşk cinayeti" denerek failin cezası hafifletiliyorsa, polis şiddeti de "asayiş sağlandı" denerek haklı gösterilir.

 

Erkek "Bir anda gözüm döndü, farkında değildim.", devlet "Asayişi sağlamak için müdahale ettik.", erkek "Namusumu korumak zorundaydım.", devlet "Devletin bekası için gereklidir.", erkek "Bunalıma girdim, kontrolümü kaybettim.", devlet "Ülke bütünlüğü için gereken yapıldı."

 

Kadınlar öldürülürken devlet sadece izlemiyor, failleri koruyor. Mahkemelerde katillerin kravat takarak iyi hal indirimi alması, şiddet faili erkeklerin cezasız kalması, devletin açık bir ataerki politikasıdır. Şiddet failleri medyada “iyi bir aile babasıydı, bir anlık cinnet geçirdi” diye aklanır. Muhalif kadın hareketleri ve feministler, doğrudan devlet şiddetiyle susturulmaya çalışılır. Sanat ve akademi dünyasında erkekler birbirini kollarken, devlet de polisleri ve bürokratları korur.

 

Dünya Sultan Süleyman’a kalmadığı gibi hiçbir iktidar, sonsuz bir tahakküm kuramadı. Ne devletler ezilenleri tamamen susturabildi ne de erkekler kadınları ebediyen denetimi altında tutabildi. Şiddet, iktidarın en ilkel aracı olsa da, bu aracın kullanımını meşrulaştıran şey ne acı ki ancak toplumsal rızamızdır. Devletin baskısını, polisin zorbalığını, erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümünü mümkün kılan tek şey, topluma öğretilen kabullerdir. “Düzeni korumak” adına muhalifleri ezen yasalarla, “aileyi korumak” adına kadınları eve hapseden ahlak-sızlık anlayışı aynı kaynaktan beslenir. Kadını kamusal alandan dışlayan, bedenini ve emeğini denetim altına almaya çalışan ataerkil sistem, aynı zamanda işçileri denetleyen, yoksulları baskılayan ve toplumu itaate zorlayan devlet aygıtının temelidir. Yani özünde ikisi de aynı şeydir.

 

Ama şunu bilin ki tahakkümün olduğu her yerde direniş de vardır, var olacaktır. Kendi hayatı üzerinde söz sahibi olmak isteyen kadın, hakkını arayan işçi, iradesine el konulan halk… Hepsi aynı mücadele hattında birleşir. Çünkü özgürlük, bölüştürülebilir bir şey değildir ya herkes için vardır ya da hiç kimse için yoktur. Kadınların kurtuluşu, ezilenlerin kurtuluşuyla iç içedir. Kadınların mücadelesi, sadece kadınların mücadelesi değil, toplumsal adalet için verilen en köklü savaşlardan biridir. Bu yüzden, erkek şiddetine karşı durmak devlete, sermayeye ve ataerkiye karşı durmaktır. İktidarın şiddeti karşısında birbirimizi savunmadan, mücadeleyi büyütmeden özgürlük mümkün değildir.


İSTANBUL
EURO
39.7179
DOLAR
36.5387
ARŞİV