Mehmet Murat YILDIRIM
Kimse yalnız değildi o dünyada. Bir kapıdan tartışma sesi yükselirken, başka bir camdan Cemil’in şifreli "bira siparişi" gelirdi. Kapıcı Cafer’in “Anam!” diye diye dedikodu yapışı, Sabri Bey’in otoriter çıkışları, Şair Cenap’ın esmerine yazdığı dörtlükleri… Herkes bir şekilde hayatın tam içindeydi. Orada entrika yoktu, yapay diyaloglar yoktu, şatafatlı villalar yoktu. Gerçek vardı. Gerçek insanlar, gerçek dertler, gerçek ilişkiler…
Bir de Halis vardı. Almanya’da yıllar geçirmiş bir ailenin zeki ama bir o kadar kaybolmuş oğlu. Babası milliyetçi nutuklar atarken, Halis anne bildiği Alman kadının merhametine sığınıyordu. İki kültür arasında sıkışıp kalmıştı Halis. "Yumuşak" hayaller kurarken bile apartmanın sorunlarına uzak kalamıyordu.
Katil’in Hint horozu, Ayla Hanım’ın tontiş kedisi, Kapıcı Cafer’in her işe maydanoz papağanı… O apartmanda sadece insanlar değil, hayvanlar bile huzur içinde yaşıyordu.
Apartmanın en sakini ise Şükrü Bey ve ailesiydi. İşinde gücünde, diğerlerine kıyasla biraz daha varlıklı bir aile. Ama Türkiye’nin ekonomik dengesizliklerinden onlar da payını alıyordu elbette. Ailenin en küçüğü Ali ise dizinin gizli kahramanıydı. Her bölümün sonu, onun gözünden bakarak anlam kazanıyordu.
Şimdi televizyonu açıyoruz. Karşımıza pahalı arabalar, lüks mekânlar, ruhsuz karton karakterler çıkıyor. Bir zamanlar kapıcı dairesinden yükselen sesler susmuş, Sabri Bey’in kuralları geçersiz kalmış, Katil Yavuz’un “Vatandaş nereye gidiyor?” sorusu cevapsız kalmış. Çünkü vatandaş artık o apartmanda değil. Onun yerine ekranlarda, hiçbir yere ait olmayan, gerçek hayatta karşılığı bulunmayan plastik insanlar var.
Biz hâlâ Bizimkiler’i özlüyoruz. Pazar akşamları, haftalık yıkanma ritüelinden hemen sonra, 55 ekran tüplü televizyonlarımızda izlediğimiz o samimi diziyi… Çünkü o apartmanda biz de vardık. Şimdi ise bir zamanlar camdan bakan Cemil’in sesi bile duyulmuyor.
Ve ne yazık ki bu yalnızca bir dizinin bitişi değil; bir dönemin, bir kültürün sessiz sedasız yok oluşu. Bizim o sıcak apartmanımızı elimizden alan şey sadece modernleşme değildi. Daha büyük bir şey oldu: Sistem bizi yavaş yavaş birbirimizden kopardı. Sokaktaki çocuk seslerini susturup, yerlerine tablet ekranları koydu. Mahallenin bakkalını zincir marketlere boğdurdu. Kapıcının “Anam!” diyerek koşturduğu günler gitti; yerini site güvenliğinin "girilmez" tabelaları aldı. Komşuya bir tabak dolma götürmenin yerini, kapının önüne bırakılan soğuk paket servisler aldı. Herkes birbirine daha yakın oturuyor ama daha uzak yaşıyor artık. Cemil’in “Sevim koş!” diye bağırdığı bir apartmandan, sessizce ekran başında hayat tüketen insanlara dönüştük.
Ve fark ettik ki vatandaş nereye gidiyor? sorusunun cevabı artık belli: Hiçbir yere…