YAZARLAR

Tümü

Zürih Gölü’ne yansıyan hayatlar: Sürgünlerin sessiz başkenti

(1 Gün, 6 Saat önce)
Zürih Gölü’nün kıyısındayım. Limmat Nehri, göle kavuşmadan hemen önce nazik bir kıvrımla geçiyor önümden. Hava sessiz, sanki şehir kendi geçmişine kulak vermiş gibi. Oysa bu sessizlik aldatıcı. Zürih, tarih boyunca ne kadar sessiz görünse de hep dolu dolu konuşan bir şehir oldu. Hem fikirlerle hem de sürgünlerle…

Mehmet Murat YILDIRIM

 

Ben de o sürgünlerden biriyim. Türkiye’den, Kürt bir gazeteci olarak geldim bu kente. Zorunlu bir yolculukla, sırtımda sadece geçmişimi değil, dilsizleşmiş coğrafyaların yükünü de taşıyarak. Ama fark ettim ki bu şehir, benim gibi pek çok insanın hikâyesini çok önceden belleğine kazımış. Zürih, bir yandan gölleriyle, Alp Dağları’nın gölgesindeki huzuruyla nefes verirken; öte yandan devrimleri, düşünceyi ve sürgünü kendi sessiz tarihine işler.

 

 

Zürih’in tarihi, Roma İmparatorluğu’na kadar uzanıyor. MS 15’te “Turicum” adını taşıyan küçük bir Roma karakoluydu burası. Yüzyıllar içinde ticaret yollarının kesiştiği bir merkez, ardından özgür bir şehir devleti, sonra Protestan Reformu’nun kalbinin attığı yer haline geldi. 16. yüzyılda Huldrych Zwingli, Katolik Kilisesi’ne karşı bayrak açtı. Avrupa’daki reform hareketinin öncülerinden biri burada, bu sokaklarda yürüdü, vaazlar verdi, kitaplar yazdı. Zürih o gün bugündür sadece finansın değil, sorgulamanın ve eleştirinin de merkezi oldu.

 

 

Ve devrim… Lenin, Ekim Devrimi’ne doğru ilerlerken 1916 yılında tam da bu şehirde, Spiegelgasse 14 numarada yaşıyordu. Kitaplarının arasında, sabırla Rusya’dan haber beklerken, belki de Zürih Gölü kıyısında yürüyordu. Şimdilerde müze olan o küçük daireyi ilk kez ziyaret ettiğimde, bir müze değil, bir geçici durak gördüm. Sürgünlerin kaderi bu: Hep geçici ama hep unutulmaz izler bırakmak.

 

 

Nazım Hikmet’in de yolu düşmüş bu topraklara. Tam olarak Zürih mi bilinmez ama Bern üzerinden geçen bir İsviçre yolculuğunda, Alp Dağları’nın beyaz doruklarına bakarken, “Bu dağlar da sürgün” diye yazmış mıydı acaba? Belki de bakınca kendini görmüştü o da. Herkes kendi coğrafyasını taşır çünkü gözlerinde.

 

 

Zürih bugün Avrupa’nın finans kalbi. Bankalar, saatler, yüksek eğitim kurumları… Her şey düzenli, her şey sessiz. Ama bu sessizlik, üzeri örttükleriyle dolu. Tramvaylar sessizce geçiyor ama içinde her dilden insanlar var. Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça… Bu şehirde her biri birbirini tanımadan aynı geçmişi taşıyor sırtında. Sessizce, gurbetin gölgesinde.

 

 

Zürih Gölü sakin. Ama ben her baktığımda onun yüzeyinde başka yansımalar görüyorum. Lenin’in gölgesini, Nazım’ın dağlarını, Zwingli’nin cesaretini… Ve elbette kendimi. Kendi halkını anlatmaya çalışan, yazılarıyla köprü kurmaya çalışan bir gazeteciyi. Bir sürgünü. Bir tanığı.

 

 

2023’ün Temmuz ayında, henüz yeni gelmişken buralara, şu dizeleri kaleme almıştım;

 

‘Lenin giderken, Nazım geçti.

Bir akşamüstü, yağmurdan hemen sonra,

bir de ben ayak bastım bu mistik sokaklara.’

 

Belki de bu yüzden Zürih’in gölü bu kadar durgun. Çünkü içinde taşıdığı hikâyelerle zaten yeterince dalgalı.


İSTANBUL
EURO
43.0405
DOLAR
37.9073
ARŞİV